Kahvaltıdan henüz kalkmıştı yaşlı çift. Adam gazeteyi
hanımından önce kapmış ve ilk okuma hakkını kazanmıştı. Her sabah kahvaltıdan
sonra bu tatlı çatışmayı yaşarlardı. Genelde de yaşlı adam kazanırdı. Aslında
hanımının yarattığı ufak bir oyundu bu. Ona sataşmak her zaman hoşuna giderdi.
Karısının yanağına ufak bir öpücük kondurup terasa gazetesini okumaya geçti
yaşlı adam. Ve başladı homurdanmaya ‘Ne olacak bu ülkenin hali hanım, bizim
zamanımızda böyle miydi?’ diye. Hanımı ise tebessümle yanına gelerek,
‘Yaşlanıyoruz Mümtaz efendi.’ dedi. Mümtaz efendi ise her zamanki kibarlığıyla
‘Ben yaşlanıyor olabilirim ama sen ilk günkü gibisin.’ dedi ve gazeteyi
hanımına bırakıp içeri geçti. Daha sonra elinde tepsi ve iki kahve fincanıyla
Mümtaz efendi görüldü terasın kapısında. ‘Bize kahve yaptım.’ diyerek bıraktı
masaya elindeki tepsiyi. Denizi gören teraslarında tatlı bir esinti eşliğinde
kahvelerini yudumlamaya başladılar. Kahvelerini daha bitirmemişlerdi ki huzur
dolu bir ses duyuldu dışarıdan. Akordeon sesiydi bu. Mümtaz efendi
sandalyesinden yavaşça kalkıp ‘Şimdi dans zamanı.’ Diye fısıldadı hanımının
kulağına. Daha ‘Aman elalem…’ derken kendini ayakta buldu kadın. Ardından
birbirlerinin gözlerinin içine bakarak dans etmeye başladı tatlı çift.
Mutluydular, birbirlerine olan sevgi ve saygıları en büyük servetleriydi ve
değerini biliyorlardı. Gençliklerinde sadece tatillerde geldikleri bu tek katlı
şirin ev şimdi onların daimi yuvaları olmuştu. Ve daha geçirecek nice seneleri
vardı…

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder