31 Ağustos 2013 Cumartesi
Kendi Dünyanın Güneşi
Aşık olduğun birine bunu söyleyemiyorsan; aslında bunun tek
bir sebebi vardır. Utanç ya da gurur mu? Hayır değil. Çünkü aşk ne gururu engel
olarak görür kendine, ne de utancı. Bunun sebebi sadece korkmaktır… Aşık olmanı
ve sevgi beslemeni sağlayan o güzel arkadaşlığı kaybetmekten korkmaktır. Senin
derdin ‘Bir sevgilim olsun.’ Değildir çünkü; ‘Hayatımda o kişi olsun.’dur, onu
hayatından kaçırmamaktır. İşte bu saf bir sevgidir. İçtendir. Ve en güzel aşk,
sağlam bir arkadaşlıktan sonra başlayan aşktır. Aşık olmak değil; aşık
bulmaktır kendini. Çünkü birlikte olacağın kişi duygusal paylaşımlarının olduğu
sevgilin değildir sadece; eğlenmek için çıktığın bir arkadaşın, içip dertleşmek
istediğin bir dostun, yanında güvende hissettiğin ailen, sana bir şeyler katan
bir öğretmenin ve hatta yanlışlarını yüzüne söyleyebilen küçük yabancı bir
çocuktur. Yani kendi dünyanın güneşidir…
29 Ağustos 2013 Perşembe
Aşk ve Sevgi
Sevmek kadar güçlü bir duygu yok galiba. Hele ki aşık
olduğun kişiyi sevmek; işte bu bambaşka bir duygu. Evet aşk ve sevgi farklı
kavramlar. Aşk ne kadar heyecan ve tutku dolu olsa da sevgi olmazsa
olmazlardan. Sevgi bir oturmuşluk içerir. Aşık olduğun kişiden karşılık görmediğin
zaman unutmaya mahkumsun. Ama ‘gerçek’ sevgi beslediğin bir insan için öyle
değildir; Sevdiğin insana hep gülümsemek istersin. Gülümsemenin onda yarattığı
enerjiyle mutlu olursun. Karşılık bulamazsan; ne kadar acı çekersen çek onun
mutluluğundan dolayı oluşan huzuru bulursun içinde parça parça. Ve hayatından
çıkaramazsın sevdiğin insanı. ‘Sevgilim’ demek isterken ‘arkadaşım’
diyebilirsin; ama hep bir umut beslersin ‘belki’ diyerek.
27 Ağustos 2013 Salı
Keyfli Bir Sabah
Kahvaltıdan henüz kalkmıştı yaşlı çift. Adam gazeteyi
hanımından önce kapmış ve ilk okuma hakkını kazanmıştı. Her sabah kahvaltıdan
sonra bu tatlı çatışmayı yaşarlardı. Genelde de yaşlı adam kazanırdı. Aslında
hanımının yarattığı ufak bir oyundu bu. Ona sataşmak her zaman hoşuna giderdi.
Karısının yanağına ufak bir öpücük kondurup terasa gazetesini okumaya geçti
yaşlı adam. Ve başladı homurdanmaya ‘Ne olacak bu ülkenin hali hanım, bizim
zamanımızda böyle miydi?’ diye. Hanımı ise tebessümle yanına gelerek,
‘Yaşlanıyoruz Mümtaz efendi.’ dedi. Mümtaz efendi ise her zamanki kibarlığıyla
‘Ben yaşlanıyor olabilirim ama sen ilk günkü gibisin.’ dedi ve gazeteyi
hanımına bırakıp içeri geçti. Daha sonra elinde tepsi ve iki kahve fincanıyla
Mümtaz efendi görüldü terasın kapısında. ‘Bize kahve yaptım.’ diyerek bıraktı
masaya elindeki tepsiyi. Denizi gören teraslarında tatlı bir esinti eşliğinde
kahvelerini yudumlamaya başladılar. Kahvelerini daha bitirmemişlerdi ki huzur
dolu bir ses duyuldu dışarıdan. Akordeon sesiydi bu. Mümtaz efendi
sandalyesinden yavaşça kalkıp ‘Şimdi dans zamanı.’ Diye fısıldadı hanımının
kulağına. Daha ‘Aman elalem…’ derken kendini ayakta buldu kadın. Ardından
birbirlerinin gözlerinin içine bakarak dans etmeye başladı tatlı çift.
Mutluydular, birbirlerine olan sevgi ve saygıları en büyük servetleriydi ve
değerini biliyorlardı. Gençliklerinde sadece tatillerde geldikleri bu tek katlı
şirin ev şimdi onların daimi yuvaları olmuştu. Ve daha geçirecek nice seneleri
vardı…
Öyle Biri
Öyle biri olmalı ki yanında, ‘Sana sonsuz güveniyorum.’
diyebilmelisin. Başın sıkıştığında, bir an bile düşünmeden arayabileceğin ilk
kişi olmalı. Mutluluğunu da üzüntünü de yanında yaşayabileceğin biri… Kısacası
seni her halinle seven biri. Ya da ne derler hani ‘Seni sen olduğun için
seviyorum.’ diyen biri… İçinde aşkı barındırmalı. Gözlerine her baktığında
kalbinde oluşan o çarpıntı var ya; evet işte o hayatının en güzel fon müziği
olmalı bir keman sesi misali… Hayallerinin onur konuğu haline gelmeli, hepsini
onunla süsler hale gelmelisin. Bir liman olmalı istediğinde sığınabileceğin.
Fakat sen demir atarken bile ‘Ya incitirsem.’ düşüncesi beyninin bir köşesinde
olmalı, kıyamamalısın… Ve en önemlisi kaç yıl geçerse geçsin aynı ışıltıyla
bakmalı sevdiğinin gözlerine. Bıkmadan, usanmadan ilk günkü gibi içtenlikle
diyebilmeli ağzından çıkan o cümleyi: ‘Seni seviyorum.’
25 Ağustos 2013 Pazar
Basit Bir Hayal
Sakin ortamlar insanı ‘hayal kur’ diye dürtüyor adeta.
Sahilde; esen rüzgar, dalga sesleri ve yıldızlar… Tek bir eksik var o da; sen.
Sen de olmalısın yanımda. Sayısını tahmin bile edemediğim bu yıldızları beraber
izlemeliyiz. Hepsinden tek tek mutluluğumuza dair dilekler dilemeliyiz. Ya da
hayır hayır, dilememize gerek mi var? Sadece izleyelim; mutluluğun peşinden
koşmayalım, biz birlikteyken mutluluk peşimizden koşacaktır zaten. Dalga
seslerinin rüzgarla bir olup ‘sadece’ bizim için hazırladığı müziği dinleyelim.
Bir süre hiç konuşmamalıyız ama. Sadece dinlemeli ve izlemeliyiz. Doğanın bize
karşılıksız hazırladığı bu ortama saygı duymalıyız… Aa şansa bak, dolunay da
var. İşte şimdi tam oldu. Ay batana ve güneş ilk ışıklarıyla gökyüzünü
aydınlatana kadar oturabiliriz. Ve güneşin doğup dalgaların bize yaptığı serenadın
bitmesiyle artık tek başımıza kalabiliriz. Hafif bir rüzgar, güvenli bir omuz
ve huzurlu bir uyku… İşte tebessüm dolu basit bir hayal, sonsuz mutluluk…
23 Ağustos 2013 Cuma
Mutluluk Mıknatısı
Aşık olma korkusu denen bir his vardır. İnsana hep kötü
anılarını, pişmanlıklarını hatırlatan; tekrar aynı üzüntüyü yaşar mıyım
korkusunun bütün benliğini sarmasıyla ‘Acaba geri mi çekilmeliyim?’ soru
işaretini oluşturan bir his. Peki geri çekilmeli mi gerçekten? Zorluklara göğüs
germekten kaçınmak mı doğru olan? Hayır hayır bu olamaz. Onu görmek için
beklenen günlerin heyecanı, söylediği en ufak bir sözün kalbinde oluşturduğu
çarpıntı, ‘Beni düşünüyor mu acaba?’ merakı ve en önemlisi az veya çok karşılık
bulma umudu… Bu hislerden vazgeçmek olamaz doğru olan. Olmamalı. Aşk adeta bir
mutluluk mıknatısı olmalı. Öyle bir gücü olmalı ki; ‘zor’ kavramına ters düşüp
‘umut’ kavramının ta kendisi olmalı.
Kısa Hikayeler
Küçük bir çocuk. Soğuk bir kış gününde yorganın altına sığınıyor. Ancak korunmak istediği soğuk değil, bitmek bilmeyen o kavgalar. Evet anne-baba kavgaları. Her akşam, gittikçe artarak devam eden bağrışmalar. Ne yapmalı? Nasıl durdurmalı? Gücü yeter mi karşı koymaya? İçinde '7 yaşındasın sen! Büyüdün, kalk kurtar anneni.' diyen o cesur ses. Evet, yapabilirdi bunu. 7 yaşında bir delikanlıydı o. Babasına gidip 'Rahat bırak annemi kötü adam!' diyebilirdi. Bugüne kadar neden dememişti ki zaten. Cesur çocuğun odaya girmesiyle durulan bir kavga ve geriye kalan gözyaşları... Çocuk odaya girene kadar onun varlığını unuturcasına bağıran bir baba ve çocuğunun bunlara şahit olmasından kahrolan bir anne. Bu onların sadece bir gecesiydi; ama her gecesiydi...
Başka Pencereler
Hayat bize her zaman başka pencerelerden bakma şansını vermez. Bazen bu şansı yakalayanlar bakabilir ancak. Farklı hayat hikayeleri, öyküler, fotoğraflar, şiirlerdir bizi bunlara götüren. Bakalım burada ne kadar bakabileceğiz, 'Başka Pencereler'den.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
